ATATÜRK’Ü SEVMEYEN, HUMEYNİ’Yİ SEVEN İKİ AKILLI ! ÖĞRENCİ BAKIN NELER DEDİLER

 

FATİH ALTAYLI PROGRAMI TEKE TEK

 İKİ TÜRBANLI ÖĞRENCİ BAKIN NELER SÖYLEDİLER

İşte Kevser ÇAKIR ve Nuray BEZİRGAN, Türban için mücadele eden ve bu ülkenin kurtuluşu için canını ortaya koyan ve bütün ülkelerin bir deha kabul ettiği Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yerine koydukları özgürlük abidesi! kimmiş okuyun bakalım neler demişler…..!  

İŞTE EKRANDAKİ DİYALOG

Fatih Altaylı: Sizin facebookta bir siteniz mi var? Kevser adlı arkadaşımızın facebook adlı paylaşım sitesinde İran devriminde Ayetullah Humeyni’nin fotoğrafları yer alıyor. Doğru mu?

Kevser Çakır: Bir tane fotoğrafı var evet. Evet, seviyorum ve saygı duyuyorum.

Fatih Altaylı : Ama o Şii . Humeyni’nin nesini seviyorsun?

Kevser Çakır: Şii olması önemli değil. Benim için Müslüman biri. Hümeyni’yi seviyorum.

Fatih Altaylı : Ama İran’da baskı rejimi var.

Kevser Çakır: Ama İran’daki rejimi ben desteklemiyorum

Fatih Altaylı:
Ama kurucusu Humeyni.

Kevser Çakır: Humeyni’nin aynı görüşleri sahip olması anlamına gelmez bu. Ben Humeyni’yi seviyorum şahsen.

Fartih Altaylı: Sen seviyor musun?

Nuray Bezirgan: Evet seviyorum.

Fatih Altaylı: Atatürk’ü seviyor musun?

Nuray Bezirgan : Atatürkü sevmeme hakkı var mı? Başıma bir iş gelmeyecekse ben sevmiyorum.

Atatürk’ün yetkiyi padişahtan alırken yani saraydan alırken laik bir Cumhuriyet kurmak için aldığını düşünmüyorum. Halk o zaman islami değerler için savaştı. Nitekim Kurtuluş Savaşı’nın başlaması da Kahramanmaraş’ta Fransız askerlerinin Nene Hatun’un başörtüsüne uzanmasıyla olmuştur.

Fatih Altaylı: Maraş’la Erzurum’u birbirine karıştırdın.

Nuray Bezirgan: Her neyse. Maraş’ta Fransız askerleri bir kadının örtüsüne saldırıyor. Sütçü İmam buna karşı ilk ateşi açıyor. Böylelikle Kurtuluş savaşı başlıyor. Sonuçta cepheye cephanelik taşıyan kadınlar o dönemin insanları, o dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz hep Müslüman insanlar.

Fatih Altaylı:
Peki bu ülkenin Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen bir adamı niye Humeyni kadar sevmiyorsun. Bunu merak ettim. Eğer Atatürk olmasaydı burada belki de İngilizler vardı, Fransızlar vardı.

Nuray Bezirgan: Yani İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı. Zaten mesele bu yani. İnsanlar bana Atatürkçülük adına zulmediyorlarsa benden Atatürk’ü sevmemi bekleyemezsiniz.

Kevser Çakır: Yani bir insanın ismi üzerinden ideolojik bir kurgu oluşturulmaya çalışıldığı için bunlar oluyor. İyi Bir asker. Bunu biliyoruz.

Fatih Altaylı: Bu ülkeyi düşmanlardan arındırma sebebi. En azından bir minnet duygun yok mu?

Kevser Çakır: İyi bir asker biliyoruz.

Fatih Altaylı:
Bugün sizin savunduğunuz özgürlükçü, cumhuriyeti kuran sizin temsil ettiğiniz iradenin, bugün iktidar olmasına olanak veren de rejimi kuran da yine Atatürk değil mi? Camileri de kapatmamış.

Nuray Bezirgan:
Benim fikirlerimİ savunucak parti kurulamaz Türkiye’de. Zaten bu yasak. Benim fikirlerimi herhangi bir parti savunmaya kalktığı zaman parti kapatılır.

Müslümanlar haklarını elde etmek için gece gündüz çabalarlar. Birileri gelir parlementonun azıcık bir özgürlük tanımlamasına bile Atatürk adına, Cumhuriyetcilik adına, demokrasi adına ne adına olursa olsun özgürlüklerimizi elimizden alır.

Ben tamamiyle özgür olduğum hak ve özgürlüklerimin kısıtlanmadığı bir sistem istiyorum.Mesela siz nasıl ki başörtülü hakim bir hanımdan rahatsız olacağınızı söylüyorsanız ben sizin, mesela bu fikrinizin temelde Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet’te bizlerin hep tehdit olarak sizlere sunulmasından kaynaklandığını düşünüyorum.

Fatih Altaylı : Hayır ondan kaynaklanmıyor. Sizin “siz, biz” demenizden kaynaklanıyor.

Siz islami inançları sizin tarafınızda yaşamayan veya sizin gibi algılamayan insanları farklı görüyorsunuz. Sen, Recep Tayyip Erdoğan ve başkaları "siz- onlar, biz-onlar" dediğiniz zaman kendimi kötü hissediyorum.

Nuray Bezirgan :
Sizin inancınız ne olduğu beni ilgilendirmiyor. Benim ilgi alanım değil. Kişi istediği dine sahip olur ya da olmaz yada dinsizdir. Bu benim size ikinci sınıf vatandaş olarak göreceğim anlamına gelmez. Ama Fatih Bey siz başörtülü bir hakimden rahatsız olduğunuzu söylüyorsunuz

Fatih Altaylı: Önyargılı olur diye rahatsız olurum.

Nuray Bezirgan: Tabii ki. Önyargınızın temelinde 85 yıldır yürütülen laik sistemin dayatmalarının olduğunu düşünüyorum. Biz hiçbir zaman özgür olamadık. Hiçbir zaman kendimizi ifade edemedik. Siz hiçbir zaman başörtülü bir hakim tarafından yargılanmadınız. Dolayısıyla bu şekilde düşünüyorsunuz.

Fatih Altaylı: Senin rejimden istediğin ne? Üniversiteye gitmen, kamusal alanda görev yapman dışında ne isteğin var?

Nuray Bezirgan: Ben başörtümle birlikte sosyal hayatta da var olmak istiyorum.

 

Evet yanlış duymadınız, yanlış işitmediniz konuşmalar bu şimdi bir bakalım bu iki akıllı kızın savundukları humeyni kimmiş bi hafızalarımızı yoklayalım.

Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazar.
Merhaba diye başlıyor mektubuna ve devam ediyor

Şah"ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.
Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.
Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.
Şah"ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.
Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK
Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran"ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran"da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.
Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.
Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.
Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

"Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

Şiraz"da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran"da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

Kızların evlenme yaşı 18"den 13"e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

REFERANDUM OYUNU

Üç ay önce Humeyni, Paris"te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti"ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65"inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam"a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

HALKI ANLAYAMADIK

Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi"ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi"ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

Örtünmek moda oldu!

Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

Kaçanlardan biri de bendim.

Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

(Not: Bu metin, Bahman Nirumand"ın "İran" kitabından derlenmiştir.)

Türkiye"nin İran benzerliği çok şaşırtıcı

ÖNCE bir tespit yapalım:

Diyorlar ki, "Türkiye, İran"a benzemez!"

Yanılıyorlar.

Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

19. yüzyılda İngiltere"nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

İki ülke de tarım ülkesiydi.

20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

Her iki ülke 1920"lerde yeni liderleriyle yönetildi:

İran"da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

Türkiye"nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk"tü.

Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar.

Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

İran 1940"ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

İran"da 1951"de, Türkiye"de 1960"ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

İran"da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

CIA, İran"daki darbeci Musaddık"ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi"yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

Türkiye, 1961"de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

1960"lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

YEŞİL KUŞAK PROJESİ

Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970"li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

Sovyetler Birliği, Afganistan"a girmişti.

ABD"nin kontrolündeki Şah, İran"ı terk etmişti. Türkiye"de büyük bir sol dalga vardı.

Soğuk Savaş döneminde siz ABD"nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

İran"da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

Türkiye"de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

ABD, Şah"tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran"da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

ABD, Sovyetler Birliği"ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti"ne izin vermeyeceğim" diyordu.

Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar"ı destekliyordu.

Bahtiyar, ABD ve İngiltere"ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

Sonunda Humeyni, Tahran"a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan"ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.

Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

Askerler bu kez Beni Sadr"ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

DESTEK ESNAFTAN

İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963"te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye"ye sürgüne gönderilmişti.

Durum aslında bizim Nakşibendiler"e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse…

Türkiye"deki İslami hareketler ile İran"daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran"a benziyor mu?

Hürriyet / Pazar
Soner YALÇIN

VE BUGÜN HUMEYNİN TORUNUN İRAN İÇİN SÖYLEDİKLERİ

Humeyni nin torununda ABD ye çağrı ! İran ı islami diktatörlükten kurtar !

İran’da temellerini Ayetullah Ruhullah Humeyninin attığı
İslami rejime muhalefet artarken, torunu Hüseyin Humeyni Irak ziyareti sırasında İran rejimine demediğini bırakmadı.

Sürgünde yaşayan ve daha önce İran’ın ılımlı ve reformcu siyasilerini desteklemiş olan Humeyni,
İran rejimini dünyanın en kötü diktatörlüklerinden biri ilan ederek ABD’nin tıpkı Irak gibi İran’ı da kurtarabileceğini söyledi.

Torun Humeyni, Suudi El Şark El Avsat gazetesine demecinde, ABD’yi ‘büyük şeytan’ ilan eden dedesinin aksine, "Özgürlük ekmekten önce gelir. Bunu Amerikalılar getirecekse, bırakalım getirsinler" dedi.

Dini, halkı ezmeye alet eden bu rejimden kurtulmak gerektiğini dile getiren Humeyni, İran’ın
demokratikleşmesi için ortaçağ Avrupası’nın despotik kilisesini andıran rejimin gitmesi ve din-devlet işlerinin ayrılmasına ihtiyaç olduğundan söz etti.

Humeyni, AFP’ye de, dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e mektup yollayarak, halkın İslami rejimin devam edip etmemesine bir refarandumla karar vermesi çağrısı yaptığını söyledi.

Öğrenci hareketini yeni bir devrime dönüşecek
‘kartopuna’ benzeten ve referandumun kansız değişim için şart olduğunu vurgulayan Humeyni,

Tahran’ı "Dedemin 1989’daki ölümünün ardından iktidara gelenler onun ve İslam’ın adını kullandılar" ifadeleriyle suçladı.

 
SİZ BAKMAYIN DEDESİNİN AMERİKALILARA ŞEYTAN DEDİĞİNE PEKİ O NE YAPMIŞTI..! Bİ HATIRLAYALIM
 
Bush-Humeyni-generaller oyunu
devriminden sonra gerçekleşen ünlü Tahran Büyükelçiliği baskınının, Humeyni—Reagan ortak tertibi olduğu ortaya çıktı.

Olay, Portekiz Maliye Bakanı Fernandez’in yazdığı kitapla ortaya çıktı. Başkan Carter büyükelçilik baskınıyla sıkıntıya girdi. Mollaların ve ABD’nin bütün baskılarına direnen Humeyni, “Bir bildiğim var” diyordu. Olayın iç yüzü şuydu: Reagan, yardımcısı Bush aracılığıyla Madrit’te Humeyni’nin diplomatlarıyla anlaşmış, İran’ın, Amerikan seçimleri bitene kadar rehin diplomatları salıvermemesi kararlaştırılmıştı. Karşılığında İran, Reagan seçildikten sonra 40 milyon dolar para ve 5 milyar dolarlık silah alacaktı. Anlaşma belgeleri İran’daki Portekizli ajanlarca ele geçirildi. Silah sevkıyatı Lizbon havaalanından MOSSAD tarafından yapılıyordu ve Portekizli generaller de işin içindeydi. Sevkıyatı gizlemek için düzenlenen sahte belgelerde Türkiye’ye ilaç ve tesisat malzemesi gittiği yazıyordu. Konu Savunma Bakanı Costa’ya ulaştırıldı. Costa bu konudan rahatsızlığını sık sık dile getiriyordu. CIA ve askerler duruma el koyup Costa’nın bindiği uçağı havaya uçurdu. Son anda uçağa binen Başbakan Carneiro da “yanlışlıkla” ölmüş oldu. Rapor da ‘üslubunca’ yazıldı. Aksiyon Dergisi.

(NOT) Humeyni ülkesine dönene kadar Fransa tarafından beslendi, bakıldı bir islam ülkesi Fransa !!!

 

Peki Atatürk’ü Sevmiyorum diyebilen bu iki kızcağız için Atamız neler söylemiş birde onu hatırlayalım.

"Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim diymez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim."

30 Mart 1923
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

 

VE SORUYORUM… İŞTE KURTULUŞ SAVAŞI CEPHESİNDE VE ÇEŞİTLİ CEPHELERDE SAVAŞMIŞ KADINLARIMIZDAN, ANALARIMIZDAN BAZILARI ….. SİZE BENZEYEN BİRTEK YANLARINI BANA YAZIN..

KARA FATMA (Fatma Seher Hanım) 

Kara Fatma lakabıyla tarihe geçen Fatma Seher Hanım; Balkan Harbine Edirne’de görev yapan kocası Subay Derviş Bey ile katılmıştır. 1.Dünya Savaşı’nda ailesinden 9–10 kadınla Kafkas Cephesi’ne gitmiş, Mondros Mütarekesi’nden sonra ise, eşi Ermeniler tarafından şehit edilen kadınları toplayarak, Ermenilere karşı savaşmıştır. Kadınlardan kurduğu milis müfrezesiyle Bursa ve İzmit’in işgalden kurtarılması için çalışmıştır.

Sakarya ve Başkumandanlık Muharebeleri’ne de katılan ve Üsteğmenlik rütbesine kadar yükselen Kara Fatma, 1955 yılında Erzurum’da vefat etmiştir.

TAYYAR RAHMİYE
Osmaniye’nin Kaypak Bucağının Raziyeler Köyü’nden olan Rahmiye Hanım, bu bölge düşman işgaline uğrayınca Hüseyin Ağa’nın milli kuvvetlerine katılmıştır. Kendisine “Bacım bu er işidir, sen cephe gerisinde belki daha yararlı olursun’’ diyen Hüseyin Ağa’ya şu cevabı vermiştir. “Vatanın savunmasında hepimiz eriz, düşman toprağımızı basmış, elim silah tutuyor, ben nasıl savaşmam…”   

Hasanbeyli civarında Fransız kuvvetleri ile yapılan savaşa Rahmiye Hanım da katılmış ve bu çarpışmada 80 tüfek ile iki makineli tüfek alınmıştır. Bu arada şehit düşen ve düşmanın hakim olduğu yerde kalan şehitlerin düşmanlar tarafından çiğnenmemesi için siperden fırlayarak şehitlerden birini sırtına alıp geri getiren Rahmiye Hanım cesaretiyle diğer askerlere örnek olmuştur. Onun bu cesaretini gören asker arkadaşları da siperden fırlayarak diğer şehitleri geri getirmişlerdir.

Bu olaydan sonra Rahmiye Hanıma Uçan Rahmiye anlamına gelen “Tayyar Rahmiye” denilmiştir. Daha sonra 1920 Temmuzunda Osmaniye’deki Fransız karargahına düzenlenen saldırıda arkadaşlarının tereddüt ettiğini gören Tayyar Rahmiye “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?” diye bağırarak arkadaşlarını hücuma teşvik etmiş, Fransız karargahı önünde alnından vurularak şehit düşmüştür.

NENE HATUN 

Erzurum’un Pasinler İlçesi’nin Çeperli Köy’ünde 1853-54 yılında doğdu. Asıl adı “Nene” soyadı “Kırkgöz” dür. 1877-78 Osmanlı Rus Savaş’ında köyü Ruslar tarafından işgal edilince kocası ve oğlu Nazım’la Erzurum’a gelmiştir. 9 Kasım 1877 tarihinde Rus birlikleri Aziziye Tabyasını işgal ettiğinde Erzurum’a geleli 15 gün kadar olmuştu. Müezzin Abdullah Efendi’nin Ayaz Paşa Camii mimarisinden Aziziye tabyasının düştüğünü ilanı üzerine eli silah tutan Erzurumlularla birlikte Aziziye tabyasına koşmuş, Rus askerleriyle kahramanca savaşmıştır.

22 Mayıs 1955 tarihinde Erzurum’da hayata gözlerini yuman Nene Hatun Türk kadınının, vatan sevgisinin unutulmaz simgelerinden biri olmuştur.

GÖRDESLİ MAKBULE 

Yunanlılar Sakarya Muharebesi’ni kaybederek Afyon mevzilerine çekildiklerinde, bir taraftan da Halil Efe’nin Gördes-Sındırgı-Akhisar bölgesinde faaliyet gösteren çetesinin saldırıları ile karşılaşıyorlardı. Bunların içinde Halil Efe’nin karısı Makbule Hanım’da vardı.

Makbule Hanım daha bir yıllık evli iken eşinin yanında Milli Mücadele’ye katılmıştır.16 Mart 1922’de Kocayayla’da ki bir çatışmada askerlere cesaret vermek için hızla öne atılınca şehit düşmüştür.

KILAVUZ HATİCE

Adana ve yöresinde Fransız’lara karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920’de Milli Kuvvetler Pozantı’ya taarruza başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak onlara kılavuzluk etmiştir.

Hatice Hanım, kılavuzluk yaptığı Fransızlara yanlış yol göstererek Karboğazı’na sokmuş ve boğaza sıkışan Fransızlar Türk askerine esir düşmüşlerdir.

ŞERİFE BACI

1921 Kasım’ında taşıt kollarında görev yapan Şerife Bacı, İnebolu’dan Kastamonu’ya, Çankırı’ya ve Ankara’ya kağnısı ile cephane taşımıştır. Kastamonu Kışla önünde, cephene yüklü kağnısı üzerine kaparak donmuştur. Onu bulan askerler, cephanenin üzerine örttüğü yorganı kaldırınca Şerife Bacı’nın kundağa sarılı bebeği ile karşılaşmışlardır. Bu kahraman kadınımız, cepheye cephane yetiştirebilmek için, kendisini ve çocuğunu feda etmekten çekinmemiştir.

ŞİMDİ BU İKİ TÜRBANLI AKILLI ! KIZA SAHİP ÇIKAN VE ÇIKMAYAN TÜRBAN SAVUNUCULARI KENDİLERİNİ Bİ SINIFLANDIRSINLAR BAKALIM KENDİLERİNİ NEREDE GÖRÜYORLAR …..Saygılarımla

Mordağlar@2008

This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

4 Responses to ATATÜRK’Ü SEVMEYEN, HUMEYNİ’Yİ SEVEN İKİ AKILLI ! ÖĞRENCİ BAKIN NELER DEDİLER

  1. Gül says:

    canım arkadaşım önce bu yorumun için yürekten teşekkürler…
    ATATÜRK\’Ü UNUTMAYIZ UNUTTURMAYIZ !..
    CUMHURİYETİ-HEDEFİMİZİ GEREKİRSE TEKRAR TARİH YAZARIZ.
    TÜRKİYE\’NİN SENİN GİBİ GENÇLERE ÇOK İHTİYACI VAR. şimdi bu türbanlı iki aptalı kınıyorum bu ülkeyi begenmeyen defolur gider ve bir daha dönmez..Biraz onur var sa…bu iki gerizekalı önce KARA FATMA-TAYYAR RAHMİYE- NENE HATUN-GÖRDESLİ MAKBULE VE KILAVUZ HATİCE\’nin kim oldugunu bir ögrensin sonra çıksın tv ye kınıyorum kınıyorum kınıyorum bir cumhuriyet kızı olarak…GÜL

  2. pesimist says:

    helal kardesım gene yapmıssın yapacagını bu asıl dınsızlere bı yorumdan benden gelsın bu şerefsızlere NEYZEN TEVFİK NE DEMİŞ Bİ BAKALIM                          
    RAKI ŞARAP İÇİYORSAM SANA NE
    YOKSA KİMSEYE Bİ ZARARIM
    İKİMİZDE GELSEK KILDAN KÖPRÜYE
    BEN DÜRÜSTSEM SARHOŞKENDE GEÇERİM
     
    ESIR İKEN MÜMKÜNMÜDÜR İBADET
    YATIP KALKIP ATARÜRK\’E DUA ET
    SENİN GİBİ DÜRZÜLERİN YÜZÜNDEN
    DİNİNDENDE SOGUYACAK MİLLET 
     
    İŞGALDEKİ HALİ SAKIN UNUTMA
    ATATÜRKE DÜL UZATMA SEBEPSİZ
    SEN ANANDAN GENE ÇIKARDIN AMA
    BABAN KİM OLURDU BİLMEZDİN ŞEREFSİZ
     
     

  3. xx says:

    insanların kendi düşüncesi ister sever ister sewmez kimseyi sevdirmek zorunda deilsiniz …

  4. �iğdem says:

    herkes sevmek zorunda değil eğer turkiye cumhuriyeti vatandaşı iseniz buna saygı duyun puta tapar gibi önüne gelene tapan bir millet olduk arkadaşlar artık kendimize gelelim

Leave a comment